22 Aralık 2009 Salı

KISA ve ÖZ

ÜÇ İKİ BİR KAYIT... Hiç ummadığın bir anda karşına çıkar soru kişileri, aklına takılır da takılır, sürekli düşünüp durursun kaçanı kovaladığını sanırsın ama aslında kovalanan sensindir, "Soru ekleri?!" tarafından...

Bazen kaybolursun, hangi yola girsen aynı yüzlerden maskeler karşına çıkar. Üzerinde daha çok baskı vardır. Artık öyle bir duruma gelmiştir ki bağırmak istersin ama "içinden".

Sorumlulukların seni boğmaya başlar. Tek başına çıktığın o yolda, elini tutacak hiç kimsenin olmadığını bilmek yüreğini daha da acıtır. Tek çaren "Başarmak!" olacaktır.

Seni incitenler, her adımında bacağına bıçak saplamak isteyenler de olacaktır. Ne düşündüğünü önemsemeyeceklerdir. Onlar tek bir şeye odaklanmıştır çünkü o da seni:"Bitirmek." Onlara böyle anlarda verebileceğin en ağır cevap da bacağından akan kan gibi görünen şeyin sadece "SALÇA" olduğudur.... KESTİK...

5 Aralık 2009 Cumartesi

KRALLARINSA TEK İSTEĞİ MUTLU OLMAKTIR...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Kralları incitmek zordur. Görkemli şatosunda, odasının penceresinden tüm evreni izler, karar verir. Çok düşünür. Fikirleri o yakut elmaslarla kaplı güneşin altında alabildiğine parlayan koca tacın altında değer kazanır. Kimse düşünmeden düşünür. Diplomatik oynar...

Kralımızın koca bir kalbi vardır. O herkesi düşünür. Zekasına her zaman güvenir. Onun karşısında dik durmak, fikirlerini alt etmek her kraliçenin harcı değildir. İyilik ve doğruluk için onurunu ortaya koyar. Ona göre iyilikle ve doğrulukla çıkılmış her yol onun kalbindeki ütopik anlantisin kapılarını açmaya yeter de artar. Onun için samimiyet önemlidir. O kapıdan girecek her kimse kralın şatafatlı aslan derisi koltuğunun önünde dimdik ayakta durmasını bilmeli, onurunu korumalıdır. Ancak o zaman kralımız hürmet eder ve o kimsenin sözcüklerinin beyninde değer kazanmasına izin verir. Kralımız bu yüzden, diğer devletlerin kralları arasında da büyük saygınlık görür, onlara göre kralımızın tek bir sözü, güneşin batmasına ve tekrar doğmasına sebep olabilir. Bu yüzden onun yüzüne baktığınızda o görkemli siyah gözleri gözünüzü alacaktır, ama ona saygı duyduğunuzda da kalbinizi ışığıyla ısıtacaktır.

Kralımız, hürmetlimiz, koca bir devrin tek emsali... Siz ki zorluklara boyun eğmemiş, hayallerinizin yedi düvel peşinden koşmuş birisiniz. Sizin için zenginliğin ve gücün tek işlevliği hayallerinizi, hayatlara dönüştürmek için kullandığınız zümrüt tanelerinden ibaret olmuştur. Siz ki hep var olun. Yaşayın siz yüce kral!!


Krallar sevilmek ister. Kralımız her zaman mutluluğa odaklanmıştır. Ona göre herkes mutluluğu konusunda bencil olmalıdır. Ne geçmişimiz ne de geleceğimiz, şu ana kadar yaşadıklarımız ve bundan sonra yaşayacaklarımız başka kimsenin hayatı olmayacaktır. Sadece kendimize ait bir hayattır bu. Onu kendi yolumuzda sadece mutluluk uğruna harcamalıyız. Mutluluğun adı kral için "Kraliçe" olacaktır. Bu nedenle kralımız, ipekten döşeli pelerinini çıkarttığında dahi ona krallığını hissettirecek, bakışlarındaki göz alıcı ışıktan kaçmayan, o ışığı yansıtan kraliçeyi sevecektir.


Kralın mantığında yatan "kral" beynidir, ruhunda yatan "kraliçe" ise kalbidir... Bu sebeptendir ki; ancak onun "beynine" sadık olacak ve kralımızın "kalbine" sahip olacak kişi onun kraliçesi olabilecektir.... KESTİK

4 Aralık 2009 Cuma

KRALİÇE...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.....Kraliçeler kibar bir inandırıcılıkla fısıldıyarak konuşabilir. İpekler ve danteller giyebilir ve saçları mis gibi kokabilir. Hatta tek elinizle kaldırabileceğiniz bir yapma bebek gibi görünebilir. Ancak, tüm kadınsılığına, tatlı tavırlarına ve nefis zarafetine karşın, bu kadın şaşırtıcı bir rahatlıkla pantalonlar giyer ve bunlar da ona bayağı yakışır. Kafası erkekçe bir mantıkla çalışır ve her tartışmada kralla başabaş yarışabilir. Hatta bazen kralı geçebilir de; bunula birlikte,

KESKİN ZEKASINI GÖSTERİR
Kraliçeler, karşılarında en ufak bir fikir tartışması olanağı çıktığı zaman keskin zekalarını göstereceklerdir. Eğer onunla tartışmaya girmek istemezseniz, o kendi kendisiyle tartışacaktır. Kraliçeler kendi başına bir kavgayı başlatabilir, büyük bir gösteriş içinde kendi başına sürdürebilir ve kendi başına bitirebilir.
Sizin tek katkınız "ama neden?" veya "ben öyle düşünmüyorum" demeniz olabilir, ama bu sözünüz bazen onu bir saat veya daha fazla süren parlak bir monoloğa başlaması için aradığı şeydir. Ne var ki bu monolog süresince onun çekiciliği karşısında ölebilirsiniz. Her üç cümlede bir o dayanılmaz tatlı gülümseyişiyle gülecek ve siz sonunda kolayca fikrinizi değiştireceksiniz; tıpkı onun kolayca erkeğin ayrıcalığını elinden alarak cinsiyet değiştirdiği ve sonra da gene o yumuşacık aşk kadınına döndüğü gibi.
Açık berrak bir mantıkla krala kendine inandıracaktır. Kraliçenin hiçbir noktayı gözden kaçırmadığından emin olmak için herşeyi iki kez tartma merakı bir yana, romantik aşk veya arkadaşlık ya da her ikisini birden arayan bir kral için o, ideal kadındır. Onun tartışma merakı, içtenlikle adil bir karara varma arzusuna dayanır. Daha kötüsü de olabilirdi. Hiç olmazsa, başka imparatorlukların topraklarında doğan bazı kraliçeler gibi tartışırken yalnızca kendi koyduğu kuralları geçerli saymıyor veya inatçılıkla bütün fikirlere karşı çıkmıyor. Ayrıca o, kendi fikirlerinin çoğunu, havayı biraz yumuşatacak şekilde diplomatik bir nezaketle savunuyor.
Kraliçemiz evlenmeden önce de sonra da çalışmak ister. Satın alabileceği güzel şeyler için para kazanmak ister.
O, güzel giysileri, pahalı parfümleri, müziği çok sever. Çoğunlukla, kendini ruhsal ve fiziksel olarak gerçekten hasta eden düzensiz çevrelerin sefaletinden ve çikinliğinden kurtulabilmek için, kraliçenin büyük paralara ihtiyacı vardır. Ancak, onun çalışmasının ve para kazanmak istemesinin başka bir nedeni daha vardır. Erkeği. Kraliçenin şu geçici dünyada herşeyden daha çok değer verdiği bir tek şey varsa, o da, sevmek, onurlandırmak ve yönetmek için seçtiği kraldır. Kraliçe yalnız oynamaktan nefret eder. Gerek iş hayatında, gerekse romantik yaşamında onun en derinden ihtiyaç duyduğu şey arkadaşlıktır. Yalnız çalışmayı sevmez ve kesinlikle yalnız yaşayamaz. Kraliçeye göre evlilik ortaklaşa bir iştir ve bir şirket kadar kesin kuralları vardır. Birliğin başkanı kraldır, bu onur krala verilmiştir. Onun yapısı ekip çalışması için yaratılmıştır. Kralın ilgi duyduğu bütün işlere ve faaliyetlere olabildiğince katılmak isteyecektir.


ONURSUZCA BİRŞEY YAPMAZ
Kraliçeyle birlikte yaşamanın bir çok nimetleri vardır. Bir kere, hiçbir zaman kralın mektuplarını açmayacaktır. O, hiçbir zaman bu kadar onursuzca bir şey yapmaz. Hiçbir zaman kralın diplomatik hayatındaki sırları arkadaşlarına açmaz veya onu halkının önünde utandırmaz. Onun bir melek mi yoksa bir şeytan mı olduğunu merak ettiğiniz anlar olacaktır, ancak melekler çoğunlukla onun yanında savaşırlar. Çocuklarını çok sevecek ve şefkatle büyütecektir ama onlar kesinlikle kraldan sonra geleceklerdir. Onlar ikinci derecede ortaklardır, ülkenin kralısınızdır ve kraliçe bu temel gerçeği hiçbir zaman unutmayacaktır. Onlar annelerinin kalbinin büyük bir bölümüne sahip olacaklar ancak o, çocuklar gelmeden önce krala vermiş olduğu köşeyi çalmalarına asla izin vermeyecektir. Çocukların oyunu kralın dinlenmesine engel olursa çocuklara oldukça sert davranacaktır.


KRALİÇE BÜYÜK DÜŞÜNÜR
Hayatını asla boşluğa adamaz, kurallarına saygı duyulmasından gurur duyar. Onun kurallarına saygı duymayanın hayatında yeri yoktur. Kralını her zaman onurlandırır. Başka devletlerin kraliçeleri onun asilliğini, zerafetini ve kendine has duruşunu her zaman kıskanacaklardır.
Kraliçe her zaman hafızalarda kalacaktır. Çünkü o göründüğünün ötesinde kendi içinde sadece ona ait koca bir devleti yönetmektedir... Bu devletin adı Kraldır... KESTİK...

21 Kasım 2009 Cumartesi

Klasik Türk İnsanı

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Biz garip bir milletiz. Hakkaten pek komiğiz ya. İçimizde öyle komik şahaserler barındıryoruz ki bu gerçekten bizim topluma renk katıyor. Bazen de yok artık bu kadarı da pes dedirtiyor.

Beni en çok güldüren ve düşündürense "Sen yap sana bir şey olmazsa ben de yaparım!" mantığıdır. Gencinden yaşlısına, hangi meslekten, kültür seviyesinden olursa olsun her Türk İnsanı'nın kesinlikle barındırdığı bir özelliktir. Bu kesinlikle bizim genlerimizde var. Biz bu özellikle doğuyoruz.

En basitinden veriyim hemen örnekleri:

1-)Geçen sene gerçekleşiyor:

-BEN: "X" Abi hadi gel Amerika'ya gidelim abi yazın, çok eyleniriz bak altını üstüne getiririz ha ne dersin abi??

-"X" ABİ: Kardeş sen git gör bakalım önce bir sonra seneye birlikte gideriz!

-BEN: PEKİ abi!!!!

2-)Bir kaç hafta önce gerçekleşiyor:

-BEN: "Y" kanka yeni bir kurs açılmış bizim bölümle ilgili gidelim bak on numara olur. Hem birlikte gidersek daha iyi çalışırız. Ha ne dersin kanka?

-"Y" kanka: Kanka sen git önce bir, yararını görürsen ben de sonra giderim!

-BEN: PEKİ kanka!!

3-)Skycoaster (yaklaşık 150 metre yükseklikten aşağıya sallandırıyorlar) olayına girmişiz geçen sene deli gibi adrenalin. En bombası da bu zaten.

-BEN: "Z" arkadaş, gel hadi skycoaster yapalım mı dostum bak çok deli adrenalin ya, çok eğleniriz valla.

-"Z" arkadaş: Ya dostum sen bi dene bakalım ölmezsen ben de denerim

-BEN: PEKİ dostum!!! (PEKİ: YUH OHA ÇÜŞ bu kadarı da pes artık kardeşim.)


Ya işte ben bu mantığı anlamıyorum. Neden ya! İnsanlar neden hep kendilerini başkasıyla karşılaştırır? Ben bu olayı anlamam. Herkesin zevki, rengi, cinsi, tadı farklıdır. Tamam yaşananlardan feyz alıcaz da bu olayı bence bizim Türk Milleti yanlış algılıyor. Ben yaşadığım yukardaki olaylardan şunu çıkarttım: X=Y=Z bu denklem çözümsüz....KESTİK...

30 Ekim 2009 Cuma

Herkes bir "olgun" olmuş gidiyor...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Merhabalar epey bir aradan sonra tekrar yazıyorum. Uzun zamandan beri düşünüyorum açıkçası. Kanaatime ve gözlemlerime göre 24 yaşından sonra insanlarda bir olgunluk furyası başlıyor. Özellikle Türk Gençliği'nde bu açıkça görülmekte. Hepsi birden "Kahretsin hayat omuzlarıma çok fazla şey yüklüyor, dünyayla savaşmak zorundayım, siz küçükler hiç bir şey anlamazsınız, ben çok şeyler yaşadım, hayat beni çok yordu, anlatsam roman olur, herkes şöyle karşıma geçsin de bir şeyler anlatayım öğütler vereyim!" triplerine giriyor. Belki ben de 24'ümden sonra bu tripleri yapacağım. Anlamadığım "ama neden?" İnsanlarda neden bir olgunlaşma amacı vardır. Evet katılıyorum; kimi durumlarda insan usturuplu olmalıdır, mantıklı ve soğuk kanlı düşünmelidir ama kimi durumlarda da çocuk olmalıdır. Bana kalırsa amaç mutlu olmak olmalıdır sadece. Kimi insanlar gördüm bana "Ay sen daha çok gençsin, ay sen daha çok küçüksün ama, daha önünde yaşayacağın çok şey var, daha büyüyeceksin! " gibi cümleler kuruyorlar. Ya ama benim büyümek istediğimi size kim söyledi. Onlara " Keşke siz de büyümeseydiniz de hala benim kadar mutlu olabilseydiniz! " demek geliyor içimden. Çünkü bırakın herkes mutlu olacağı yaşta kalsın arkadaşım. Evet benden büyük olabilirsiniz, 24'ünü aşmış tribal enfeksiyona yakalanmış olabilirsiniz ama benim şu yaşıma kadar neler yaşadığımı nerden biliyorsunuz bakın sizi bir kınarım görürsünüz gününüzü sonra:) Özellikle " Ha ha sevimli şey seni!" diye yanıma yaklaşıp "Ne olgunmuşsun sen ya!" demeleri yok mu, delirtiyorlar beni. Ben meyve miyim ya " Ha iyi bu olgunlaşmış!" der gibi. Lütfen burdan olgun arkadaşlara sesleniyorum. Ne olursunuz artık şu enfeksiyondan kurtulun. Önemli olan gerçekten mutlu olabilmek, kendinizi nasıl mutlu hissediyorsanız öyle kalın ve insanlara saygı duyun. Yaşlarından dolayı değil, insan olduklarından dolayı. Evet, ben hala çocuk ruhuma sahip olabilirim. Ama eğer bu ruha da sahip olmasam gerçekten o zaman çekilmez olurmuş hayat. Keşke hiç büyümesem. Keşke hep 21 yaşımda kalsam. Keşke Herkes çocuk kalabilse. Belki o zaman doğrularımız en iyi söylenmiş yalanlar olmaktan çıkarlardı. Hepinize soruyorum hanginiz son zamanlarda bir çocuğun hayatı umursamadan, sadece kendi hayallerinde gezerek mutlu olması kadar mutlu oldu?.... KESTİK

17 Ekim 2009 Cumartesi

Esmer, Kumral, Sarışın hangisi bir karar verin????

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Genelde çevremde hep kız arkadaşlarım (sadece arkadaş) olmuştur. Kendimi şanslı hissediyorum çünkü hiç bir zaman erkek populasyonu arasına sıkışmış ve ordan bir türlü kurtulamayan arkadaşlarımdan olmadım. Öyle olmamak da güzel zaten. İki türdeki arkadaş oranını da eşitlemek gerekiyor aslında. Kız populasyonu biraz fazla olsa zarar da çıkmaz hani:) Her neyse konudan sapmayalım. İşte bu yüzden kız arkadaşlarımın bir çok muhabbetine şahit oldum. Ama yaptığım en ilginç tespitlerimden birisi; hoşlandıkları tipler hakkında konuşurken nasıl da çelişkiye düştükleridir. Genelde konuşmaları hep şöyle oluyor. " Ya ben kumrallardan çok hoşlanıyorum hele bir de yeşil gözlü oldu mu oy oyy yirim ben onu. Esmerlerle, sarışınlar bana itici geliyor!!" İşte bu laflar üzerine bende yine bir "hönk!! ne diyor bu kız!!" travması geçiriliyor. Neden diye bir sorun ya boşu boşuna "Hönk travması" geçirmiyorum!! Kızın erkek arkadaşı kumral değil esmer ya hem de kara kaşı, kara gözü, ormanda yıllanmış gibi gözüken gür sakalıyla. Ben bi on saniye sonra "Nasıl yani, ama senin erkek arkadaşın esmer değil mi?!" diye soruyorum. "Evet ama o başka! Esmerlerin en güzeli!!" diye cevap veriyor bana. Ben bir "hönk travması" daha geçirip, peki diyorum ve susuyorum. ( Hepimiz artık biliyoruz bir önceki yazıdan "PEKİ"nin gücünü)


İşte ben bu tür muhabbetleri değişen renk türlerinin zıtlaşmasıyla hep duydum. Başlarda pek bi hönk travması geçirdim ama sonraları ne zaman böyle bir muhabbet açılsa, misal: " Ben sarışınlardan çok hoşlanıyorum hele böle civciv olsun masmavi gözleri olsun....." direk araya giriyorum "Sevgilin kumraldır senin!" diyorum. Cevap tabiki de "Aaaaa nerden bildin!!" ya da "Yok esmer!!" oluyor. Ya alın size işte anlamadığım bir konu daha. Buradan kız arkadaşlara sesleniyorum artık açık sözlü olun delikanlı olun "Esmer, kumral, sarışın farketmez yahşi olsun ben beyenirim!!" deyin. Bu yazıyı okuyanların bazıları şimdi; "Önemli olan iç güzelliktir taaam mı!" gibi kendi çapında trip yaratan sözcüklere başvuracaklardır. Ben de onlara "Peki" diyorum.....KESTİK

12 Ekim 2009 Pazartesi

Sözcüklerin efendisi "PEKİ"

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... İnsanoğlu gerçekten de hem garip hem de çok zeki bir topluluk ama ne yalan söyliyim arada çok saçmalıdıkları da oluyor. Her neyse işte bizim bu zeki yaratığın yaratmış olduğu bir kelime var. Adı: "PEKİ". Bence "peki" kelimesi kelimelerin peygamberi gibi bir şey. Çünkü kimse ona baş kaldıramaz. Kimse onun önüne geçemez. Tüm kelimeler donup kalır. Lakin ben de bu kelimeyi kullanmayı çok severim. Özellikle birileriyle tartıştığımda veya karşımdakinin çenesinin düşüp beni deli ettiği o anlarda. Çünkü pekinin gerçekten de durdurucu bir gücünün olduğuna inanıyorum. Siz daha farkına varmadıysanız bir deneyin derim. Pekinin kudretine diğer kelimelerin nasıl ibadet ettiğini siz de farkedeceksiniz.
Karşınızdakini susturmanın en iyi yolu "peki"den geçer. Mesela örnek vereyim hemen; başınızı sürekli şişiren bir arkadaşı ele alalım ve bu insanın "pek"iyle nasıl durdurulduğunu hepbirlikte izleyip görelim:
-Abi nasılsın?
-İyidir ya iş güç nolsun...senden?
-İyidir benden de.Ya bu haftasonu biz Ozanlarla sinemaya gideceğiz gelir misin abi?
-Yok sağol kardeşim bir kaç işim var onları haletmem lazım.
-Hadi ya neyse başka zamana. Ordan da Sinemlere geçicez. Bir şeyler atıştırcaz. Ordan Hakanları da alıp....
-Peki.........
-alıp ama biz şey (awehaushduaslkk hede höde hönk karşı karakterimizin beyni böylece diskalifiye oldu) işte öyle abi neyse ben gidiyim.
VE ana karakterimiz için mutlu son. Geveze, baş şişiren arkadaşından kolaylıkla kurtulmuş oldu. Size de iki hece kadar yakın olan "PE-Kİ" nin varlığı Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu "PEKİ" diyene....KESTİK

10 Ekim 2009 Cumartesi

Akıl küpü hayvanımız insanoğlunun duygusal paradigması....

ÜÇ İKİ BİR KAYIT..... Arkamda bıraktığım yıllara bakıyorum da şu yaşıma rağmen ne çok insan tanımışım ne çok arkadaşım olmuş. Bazıları gerçekten arkadaşım olmuş bazıları gelip geçmiş ama yine de güzel şu canına yandığım dünyasında bu kadar çok karakterin varlığına şahitlik yapmak.

Ama üniversiteye geçinceye kadar arkadaşlık teriminin bu kadar saçma algınlandığını anlamamıştım açıkçası. Lise yıllarımda çok samimi olduğum dört beş tane arkadaşım vardı. Onlarla vakit geçirirdik sürekli. Diğer herkes de aynı şekilde kendi alemindeydi. Kimse kimseye pek aldırış etmezdi kendi arkadaş grubu haricinde ama zamanı gelip herkes üniversite safhasına geçince işler arkadaş bazında şaşırtıcı derecede değişti. Öyle ki bulunduğumuz şehirde lise dönemimizden birini -hiç muhattap olmadığımız o tipler- görünce boynuna atlar olduk. Ya neden bu kadar sıcağız, neden kırk yıllık kanka gibi birbirimizi karşılıyoruz ki ben anlamıyorum. Dört yıl boyunca adamla tek muabbet etmemişiz ama yolda birbirimizi görünce "oooo kanka sen de mi burdaydın !?" muhabbetleri hemen başlıyor. İnsanın Allah Allah neler oluyor bize diyesi geliyor. Neden böyle oluyor ki acaba yaradılışta mı var sürekli geçmişten bir şeylere özlem. O parça sana ait olmasa da geçmişten bir parça yakalayınca ona sımsıkı tutunmak! Olayın özü bu olmalı. Bizim akıl küpü hayvanımız insanoğlunun duygusal bir paradigması sanırım bu olay da.....KESTİK

9 Ekim 2009 Cuma

300 500 ıptıs ıştıs...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT..... Merhaba sevgili blog uzun zamandır sana yazmıyordum:).... HEYYY!!!....Noluyor ya günlük olayına dönecek blog olayı da toparlan Gududu toparlan bakayım çocuğum..... Hah tamam şimdi konumuza girebiliriz... Uzun zamandır cluptır discodur bu tarz yerlere takılmıyorum takılsam da pek zevk almıyorum sadece müziği dinliyip insanların düştükleri hallerine gülmekten başka.Üç tür clup insanı teşhis ettim ben şimdiye kadar birincisi:

1 - Şık şık giyinen parti dilinde godoman diye tabir edilen ve loca denen para tuzaklarına para harcamaktan gurur duyan, bütün arkadaşlarını loca sınırları içerisine doldurup orda dans etmelerini sağlayan sınırdan çıkanları da dışlayıp gecenin sabaha varan ışıkların da değil de mekan da en fazla 3 saat geçirip şişenin dibini görmeden cluba ne ciddiyette girmişlerse o ciddiyette çıkan insanlar. Bu tür insan topluluklarının o ciddiyetle çorbacıya girdiği de görülür clubtan sonra:)

2- İkinci tip clupçılar ise bistro da takılan tiplerdir. Grubumuzun üyeleri sürekli ayakta bulunacaklarını bildiklerinden rahat salaş şeylerle kran tuvalet giysi tarzları arasına sıkışıp kalmışlardır. Bu gruplar genelde eğlenceyi ucuza mal etmek için küçücük bistronun etrafına olabildiğince kalabalık dizilirler hatta çember bistronun etrafında büyüyen çemberler bile oluştuğunu gördüm. Genelde en çok zıplayan hoplayan grup bu gruptur. Bu gruptaki erkeklerin işleri biraz zordur çünkü 3. grubun zararlı kimliklerinden sürekli kız arkadaşlarını korumak zorundadırlar:)

3- Ve en komedi grubumuz 3. tür clupçılar. Bu tür sadece erkeklerden oluşur. Genelde ne bir locaları olur ne de bistroları çünkü bu grubumuz içeri hınzırca sap olarak dalan ve ortamdaki kızları kesip aynı zamanda da dans edermiş gibi yapan ona buna sulanan tiplerdir. Clubın açılışından kapanışına kadar sürekli aynı bardak ellerindedir ve hep yarıdadır içkileri. Bu türleri aslında club rehberi olarak kullanabilirsiniz çünkü yaklaşık 15-20 kez arasında sürekli clubı turlarlar bir nevi avcıdır bu grup. Ondan clubta köşe bucak her yeri bilirler:)

Bunları nerden mi biliyorum çünkü her üç türü de yaşadım:) ama sonuç olarak şu sonuca vardım. Artık bu club anlayışı değişmeli çünkü eminim bu yukardaki türler de cluplara sırf birbirlerine bir şeyleri ispatlamak için gidiyorlar aslında dışardaki herkes de birbirine bunu yapmıyor mu zaten?.... KESTİK

3 Ekim 2009 Cumartesi

Off be günlük canımı sıkmaya başladın....

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Ben ilkokuldayken bir öğretmenim vardı: Şükran Hoca kendisini çok severdim. İnanılmaz iyi bir öğretmendi. Belki bu gün bulunduğum noktayı ona borçluyum ama bize hep günlük tutmamızı öğütlerdi. Ben ona çok değer verdiğimden bu öğüdünü her zaman yerine getirmeye çalşışırdım ama gel gör ki bu benim için bir işkenceden farksızdı çünkü günlükle resmen cebelleşiyordum. Öncelikle o küçük çocuk olayı yanlış anlamıştı. Olayın ismi günlük olunca her gün zorla bir şeyler yazmaya çalışıyordum ve sanki "Sevgili günlük...." diye başlamayı bir kural zannediyordum ve o nefret ettiğim günlük olayına bir de sevgili günlük diye başlamak beni iyice çılgına çeviriyordu. İşte size günlükle ayrılışımıza neden olan son sayfayı yazıyorum geçen gün bulmuş annem:

" Sevgili günlük

Şükran öğretmenimi çok seviyorum ama senden nefret ediyorum. Sana bir daha asla yazı yazmıyacağım. Allah belanı versin!

Hoşçakal! "


Okuyunca çok güldüm. Bir çocuk bu kadar açık konuşamazmış heralde günlüğüne....KESTİK

Zeki bir pasif megaloman

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Annem küçüklüğümden beri öğütleyip duruyor: "Oğlum bak mütevazi olursan herkes seni çok sever saygı duyar!". Peki anne deyip yola çıkıyorum ama sonra büyüdükçe olgunlaştıkça görüyorum ki, bu insanların çoğu ukala... Övdükçe övüyorlar kendilerini, yok şunu yaptım, yok bunu yaptım, hayatımı böyle kazandım, bu kadar insanla beraber oldum, çok olgunum, herkes benim için deliriyor...v.s....Hop dur derler adama arkadaşım! Açıkçası ben de çok mütevazi olmaktan yana değilim yani ortada bir şey ya vardır ya yoktur ama sürekli de insan kendini övmesin ya kendini kanıtlasın insanlar övsün, alkış alsın. Kendini kanıtlasın derken işte burda sahneye zeki bir pasif megalomanımız çıkıyor. Bu çocuk zeki mi? Bence zeki..... Çünkü adam bakıyor çevresine anlıyor biraz olayları. Diyor ki geri çekiliyim biraz şöyle bir, çünkü geniş açıya sahip olurum sonra daha iyi yorumlarım hayatı ve geri kalan her bir şeyi ki lakin öyle de yapıyor sonra anlıyorki zaten yaptıklarını o hiç ses çıkarmadan beyenmeye başlıyor çevresindekiler. Onun peşinden gidiyorlar saygı duyuyorlar. Zeki bir pasif megalomanımız da böylece kendi egosunu içten içe tatmin ederken dışardaki insanlardan da "Olum/Kızım bu çocuk çok mütevazi, on numara bir kişilik!" damgasını yiyor, mutlu oluyor annesinin sözünü de dinlediği için:) megaloman mıyım neyim ya ben....KESTİK

2 Ekim 2009 Cuma

Mütevazi olmak bu kadar mı zor arkadaşım...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Dün İstanbul'dan İzmir'e gitmek için Atatürk Hava Alanı'nın yollarını aşındırdım. Lakin bir çok güvenlik taramasından sonra uçağımı beklerken, bekleme alanında açtım kitap okuyorum. Zaman geçiyor da geçiyor. Tam vakit geldi uçağa binicem derken uçağın rotar yaptığını ve yarım saat geç kalkacağını öğrenerek sinirleniyorum ve yerime oturup "off, puff..." diyerek beklemeye başlıyorum. Bu sırada ünlü bir dizinin (adını vermiyim gizemini korusun) bir kaç oyuncusu da bizim uçağa bincek sanırım ki onlar da bekliyorlardı. Onları farkettim. Farkettim çünkü nedense sürekli bağırarak konuşuyorlardı ve hiç susmuyorlardı. Yanımdaki sağır amca bile şaşırmış olacak ki pür dikkat onları dinliyordu ama bence onlar o amcanın bile dikkatini çektilerse istedikleri de bu olsa gerek sanırım......farkedilmek..... Evet farkettik, orda bekleyen herkes farketti sizi bravo!! alkış!! Aslında ben bu insanları suçlamıyorum çünkü ülkemizde ünlü olduğunu zanneden her şahsın girmiş olduğu piskolojiden kaynaklanan bir şey belki de ama zaten ülkemizde ünlü olmaktan kolayı yok ki. İki gün önce b.ktun şimdi koktun derler adama... KESTİK

Biz pek Amerikalıymışız ya...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT... Geçtiğimiz yaz Amerikadayken bir çok şey keşfettim kendimce, mesela Türklerin hakkaten ne kadar zeka ortalamasının yüksek olduğunu, yabancı kızlara bakış açımızın sexten öteye gidemediğini ve dilimin bilinmediği bir yerde özgürce fikirlerimi arkadaşlarımla kendi dilimde paylaştığımda yabancıların yüz ifadesini görmenin ne kadar zevkli olduğunu ve tabikide kendi başıma gezinti yapınca ne kadar macera yaşayacağımı öğrendim. Hakkaten imkanım olduğu sürece dünyayı gezicem, size de tavsiye ederim alın küçük bir valiz çıkın yollara. Çünkü kendini sınırlamamak gerekiyormuş. O kadar farklı insan tipi, o kadar farklı düşünce, o kadar güzel gezilcek yer varmış ki, bazılarını hayal bile edemezmişim.... İnsanın olgunluğu ,hayat görüşü gezip, görüp, tanıyınca ivme kazanıyormuş. Ama şunu da anladım ki canımmm ülkem Türkiyemi ne kadar da ezmiş bu Amerikalılar, adamların her şeylerini biliyoruz resmen; dilleri, eyaletleri, şehirleri, popüler mekanları, ünlüleri, dizileri, kültürleri resmen bizim olmuş daha doğrusu biz öyle olmuşuz istemeden de olsa kendi iç benliğimizde. Öyleki bazı amerikalılar kendi ülkeleri hakkında bir şey bilmezken onların ülkelerinin tarihi hakkında kendimi bir çok kez nutuk çekerken buldum. Belki iyi belki kötü gerçi her zaman tarihi sevmişimdir ama şunu da anladım ki biz Amerikalılardan daha bir Amerikalıymışız.... KESTİK

Gerçekten Bazen Anlamıyorum....

ÜÇ İKİ BİR KAYIT.... Ya bazen gerçekten ben bu insanları anlayamıyorum... Konuya şöyle giriyim: Çift olan bir çok arkadaşım oldu yani çiften kastım sevgili -sevgili demek basit mi acaba çünkü bazıları gerçekten karı koca gibiydi ya- her neyse onlarla ne zaman konuşsak muhabbet etsek ve bi yerde artık ilişkilerinin nasıl başladığını sorsam genelde hep şu cevabı alıyorum; biz 5 (örnektir kendileri rakamın 1 den 10 a kadar sabır süresi var:) yıl arkadaştık 1 aydan beri de çıkmaya başladık. İşte o an benim yüzümde hönk nasıl yani diye bir ifade uyanıyor. Anlamıyorum ya evet anlamıyorum suç mu!! Sen yıllarca bacı, arkadaş, kardeş gözüyle bak kıza sonra dank diye dur ben buna bir aşık olayım mı diyorsun arkadaşım ben bunu anlamıyorum. Ya 5 yıl boyunca içinde fesat duygular besledin kıza ya da 5 yıl boyunca aradığını bulamayınca yanındakileri değerlendirdin. Ne kadar garip ne kadar sapık bir ruh halidir bu ya anlamadım gitti. Esefle kınıyorum!....KESTİK

Altı taraflı insan vakalarıyla yanıp kül olan canına yandığım dünyam...

ÜÇ İKİ BİR KAYIT......Bu günlerde bir kitap okuyorum çoğunuz duymuşsunuzdur da zaten "Zar Adam" kendileri. Bu kitap çok sardı beni, aslına bakarsanız kitap kurdu değilimdir seçici oluyorum kitap konusunda, sayfalarını heycanla çevirmedikten sonra ne zevki var ki okumanın diye düşünüyorum. Her neyse zar adamımıza geri dönelim. Bu kitabı okudukça insanın aklına ilginç şeyler gelip gülüyor. Düşünsenize bir dünyadaki herkesin sadece zar atarak ve zarın verdiği kararlara itaat ederek hayatını sürdürdüğünü, sanırım dünya çok piskopat bir yer olurdu. Ülke liderlerinin zar istedi diye savaş başlatmaları, insanların zar istedi diye birilerine tecavüz etmesi, zar istedi diye insanların eşlerini terk etmesi v.s. bunlar olumsuzluklar tabi güzel yanlar da var olabilir belki de. Zar istedi diye hayallerini gerçekleştiren gençler, dünyayı turlamaya kalkan tipler, hippi takılıp dünyayı ti ye alanlar, karısını mutlu edip çiçek alan çocuğunu dövmeyip oyuncak alanlar... ya durun bi saniye bunlar zaten sürekli duyduğumuz şeyler değil mi dünya zaten piskopatların deli gömleği değil mi artık?! (şilink jeton sesini duydum beynimde) evet evet şimdi anlıyorum bence aslında dünyadaki herkes içten içe bir zar adammış......KESTİK....